9 Eylül 2008 Salı

Bir yıldönümü

Hem bir yıldönümü hem de birinci yıldönümü.



"Vay be nasıl geçti bi sene beaa" diye cıvık başlayıp "Ben çok eğlendim"le devam edip "Seni çok seviyorum"la romantik biten bir Pazar günü.



İş bu da o gün çekilmiş yegane fotomuz. Günü videosu bizde gizli.


Bir düğün - bir tatil - Bölüm 2



Datçayı unutmadım yazmayı, aklımın bi köşesindeydi. Buraya sadece iki foto koyuyorum. Biri Cihangir Bey'in iki kaz ile bile nasıl eğlenebileceğine dair. Diğeri de denizin çok çok yakından bi fotosu.



Bilin bakalım hangisi benim duvar kağıdım şimdi.


Önümüzdeki seneye gidinceye kadar Datça'ya....


21 Ağustos 2008 Perşembe

Bir düğün, bir tatil - 1

Film ismi gibi olsa da başlık 9 ağustosta başlayan tatilimiz aynen bu rotada ilerledi.


9 Ağustos akşamı Gamze ile Eray'ın düğünündeydik. Pek güzeldi pek hoştu, serin serin, ifil ifil ve bol göbek atmalı bir düğün oldu. İkisi de çok çok güzel insanlar. Fotoğrafta gözüken sahte parayı biz taktık diye kendilerine yağ çekmiyorum:) Vallahi güzel insanlar.





Nedense herkeş başka yönlere bakmış. Ha bi de şu foto var. Ben burada Gamze'nin bel ve el hareketlerini ve bunların uyumlarını çok sevdim. Ben tabi böyle güzel bi hareket karşısında sadece şap şap el çırpan teyze rolüne bürünebiliyorum:)







Tekrar mutluluklar diliyom efem ne diyim.

9 Temmuz 2008 Çarşamba

kahramanım benim

işbu yazı ile sayın cihangir beyi kahramanım ilan ediyorum. kendisi pedikür mağduru sağ ayak başparmağımı önce uyuşturmuş sonra da ete saplanan hain tırnağımı cımbız ve manikür makası ile çekip çıkarmıştır.

cihangir bey evimin mc gayver'ıdır. kahramanıdır.

24 Haziran 2008 Salı

kapuçino ve anne olmak

hatun "kapuçino da kapuçino" diye tutturarak aldigi kahvesini bitirdikten sonra kapagini acip diliyle kopuklerini yalarken:

erkek : sen cok iyi bi anne olacaksin bence.

hatun: .... (yalanmayi birakip) efendim?

erkek: cok iyi bir anne olacaksin diyorum

hatun: emin misin? hayir bak goruyor musun su anda agzimi ve cenemi cevreleyen bi kahve izi var.

erkek : heheheh...

hatun : daha biz cocuguz yahu heheehe.

dip not : kapuçino manyaklığından vazgeçtim. sevgili erkekim "iyi ki bıraktın şu sıtarbaksı" diyerek sankim sigarayı bırakmışım gibi kutladı beni.

bir balayı karar diyaloğu

hatun: balayi icin tur sirketini ariyim da kaporoyu yatiriyim diyorum.

erkek : bi kac gun zaman versen bana

hatun : noldu?

erkek : keremler de gelmek istiyorlardi.

hatun: efendim?

erkek : bir de tayfun var. o da gelmek istiyor. onlarla bir goruseyim. oyle ayarlariz.

hatun: nasi yani? balayina 5 kisi mi gidicez?

erkek : hep beraber cok egleniriz ama.

hatun : ya sen eglenirsin ama ya ben? hem hem bunun eglenip eglenmemekle bi alakasi yok. balayi bu

erkek : ama cok egleniriz...

hatun : bahsettigimiz olay balayi yalniz hayatim farkindasin degil mi?

erkek : e ama biz tek tatile ciktik. bu da bi tatil. arkadaslarimizla olalim.

hatun: ilk gecemizde de olacaklar mi yanimizda? 5li grup seks mi yapicaz??

erkek : heheheh!!!

hatun : ben gulmuyorum. herhangi bi arkadasina sor. hepsinin cevabi ayni olacaktir "hatunun seni terketmedigine dua et!!" diyecekler. hadi kapattim telefonu hemen sor hadiii............

bu klasik diyaloğumuzu da atlamayalım

rasyo : (bilgi almak amaciyla) napiyosun?

kilavuzkarga : (komikligine) napiyosun?

rasyo : (sasirmis ama hala bilgi almak amaciyla) napiyosun?

kilavuzkarga : (komikligine) napiyosun?

rasyo : (son bi umut) napiyosun?

kilavuzkarga : (komikligine) napiyosun?

rasyo : (komikligine) napiyosun?...

kilavuzkarga : napiyosun?

rasyo : napiyosun? eheheheh.....

17 Haziran 2008 Salı

İKİ MSN DİYALOGU

zamanından kalma bu iki diyaloğu pek severim de geç de olsa sözlüğe de yazmışlığım vardır. nolmaz nolmaz buraya da aliim dedim.. ikisinin de tarihleri kasım-aralık 2005tir efem:

ahanda birinci diyalog:

kilavuzkarga :erken çık işten. geleyim alayım seni.
rasyo: yok yok çıkamam
kilavuzkarga :allaa allaaaa.. patron seçim zamanı oy pusulasına hitler yazıp oy veren bi tip diildir sanırım
rasyo: valla efem kendileri hem hitler hem de mussolini bi de mao mu tao mu ne onu basıyor. yok tao basmıyor sanırım
kilavuzkarga :bi arkadaş yanlışlıkla benzer bi karıştırma yapıp maocu seks demişti
rasyo: heheheheh sadomazodan bahsediyormuş bence o:)
kilavuzkarga :bizde maocu seksi bayaa bi irdeleyip saatlerce dalga geçmiştik bi el yumruk halde yukarda falan
rasyo: ahahah. ayhh ayhhh


ahanda ikinci diyalog:

rasyo : öhö öhö ben hastayim öhö öhö. boasim boasim
kilavuzkarga : ne kadar hastasın??
rasyo : bana ilgi gosterilmesi gerektigi kadar
kilavuzkarga : yaa boaz pastili almadın mı??
rasyo : aldim boas pastili. vitamin de alicam. ama iste bi ilac daha dedi doktorlar. ilgi gosterilmeesse bana olecekmisim
kilavuzkarga : niye?? yatakta ateşin yüksek.. “kilavuzkarga, kilavuzkarga onu getirin bana” falan mı diyorsun paşa babana
rasyo : hayir genel olarak ilgi istiyomusum
kilavuzkarga : ama paşa baban bana seni bırakman karşılıında verdii örolar sahte çıktı. ben bi daa gelmem o eve
rasyo : aa dua et valla sahte mahte. gecen seferki sevgilime nambiya pesotosu vermisti kilavuzkarga : o pesotonun tekiydi ama
rasyo : aa ustume iilik saalik size ne efendim eskisinden pesotosundan. ben öluyom diyom burada
kilavuzkarga : valla eski sevkilinizi de unutmamışsınız.. onun hakkında da detay vermeyi eksik etmediniz ne diim… nasıl bi ölmekse :)
rasyo : öluyom efem bakiniz fiktif eski sevgili bi yaratiyom yane
kilavuzkarga : efem o zaman sizi şööle alalım polkiliniiimizin “öpiim de geçsin servisi”ne
rasyo : poliklinik yetmes bana tam tesekkullu hastane olsunnnnnnnnnnnn
kilavuzkarga : size tam teşekkür edeceeniz polikilinik hizmeti vericiiz
rasyo : peki kac tane doktor var oppiim de gecsin servisinizde??
kilavuzkarga : bi ben varim.
rasyo : himmmmm. ii o zaman efem kim optuye gitmeyelim yani

9 Haziran 2008 Pazartesi

Robert Kolleji Jüri Konuşmam

Benim için Sıradan Robert Kolleji için farklı bir gün oldu... Çünkü uzuun bir konuşma yaptım...

(Öyle uzun konuşmuşum ki video olarak blog'a yerleştiriim dedim almadı!)

Komik olmak ile komik duruma düşmek arasında çok kalın bir çizgi vardır… Bakın Bunu Billy Crystal bize nasıl ifade ediyor: “Ben okulun şaklabanı değil komedyeniydim… Okulun şaklabanı diploma töreninde sırtını döner ve pantolonunu indirip basenlerini gösterir… Halbuki okulun komedyeni farklıdır… Okulun komedyeni okulun şaklabanı bunu yapsın diye ikna eden kişidir… Billy Crystal, çok iyi bir mizahçı ve derdini anlatmak için çok iyi bir türüt uydurmuş… Tabi ki bu gerçek diil… Ama gerçek gibi anlatarak bizim zekamızı okşuyor…

Ben jüri üyesiyim… Medikal bir uzmanlığa sahip olup yıllarca amatör tiyatroyla ilgilendim… Jüriliği böyle bir örnek olma babında kabul ettim… Bir de bunun kolay bir şey olduğunu sanıyordum… Bu iyi bu daha iyi demek oturduğun yerden çok basitmiş gibi geldi bana… Bir bebek bile önüne konan mamanın iyi ya da kötü olduğunu hemen vücut hareketleriyle anlatabiliyor… Bunu ben mi yapamayacaktım… Lakin bişiiye iyi demek diğerlerine kötü demek manasına geldiğini düşününce vicdanım yerimden hopladı… Bu böyle olamaz.. Böyle bişii yok… hepiniz iyiydiniz… Ve hepiniz iki büyük ödül kazandınız…

Birincisi Robert Kolej size sahnelerini açtı… Sizi iyi ağırlayarak bunu perçinledi… Çünkü tiyatronun kalbi burası değil orasıdır… Çünkü insanda Basic Lopez Sendroma - Temel Lopez sendromu diye bir şey vardır… Hep beraber tekrar edebilir miyiz? Temel – Lopez Sendromu.. Bilirsiniz Temel ile Jenifar Lopez kaza sonucu tropik bir adaya düşmüşler… Temel orada bunalıma girmiş… Çünkü orada yaşadıklarını anlatacak birisi yok… Cem Yılmaz’ın bunu daha iyi anlatan bir örneği var… Önemli olan Ferrari’nizin olması diil… Sizi Ferrari’ye binerken birilerinin görmesi.. Ferrrasi’ni satan bilgeden hiç bahsetmiycem bile… Yani siz bir şeyler yaparsınız ama bunu kimse bilmez ise bunun bir anlamı yoktur…

İkincisi… Hepinizi oynarken izledim… Şaşırdığınızda, hata yaptığınızda, en azından oyuna çıkmadan önceki aşırı heyecanınızda: Yüzünüzdeki periferik kılcal damarlar büyüdü… Çünkü vücudunuz noradrenalin salgıladı… Bir kelebeği öldürcek kadar dopamin yüklendi damarlarınıza.. Bir an 4000 yıllık mumyanın tansiyonu ve kan şekerine düştü tansiyonunuz ve kan şekeriniz… Ama siz ölmediniz… Hatta oyununuza devam ettiniz… Hayat böyle bişiii… Karşılığını hep güzel verir… Ve oyun biter… Selama çıkarsınız… Vücut öyle bir seretonin ve adrenalin pompalar ki, hormonlar derinizden buharlaşmaya başlar… İşte o mutluluk sizin kendinize verebileceğiniz en büyük ödüldür… Robert Kolejliyle futbol oynamaya gelseydiniz belki yenilicek buruk ayrılacaktınız… Ama kazandınız.. Hepimiz kazandık.. Sanat böyle bişiidir… Sanat insanı en çok insan yapan şeydir…

Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim… Sizden çok şey öğrendim… Bir kere demokrasimiz ne kadar gelişiyor… Ne kadar güzel bir yolda ilerliyoruz… Bir devlet lisesi Brecht oynadı arkadaşlar… Ya bi de valinin hemen yanında Cağaloğlun’’da… Çok komik... Eğitimde ezbere karşı olan ben tiyatroya gelince ezberden yanayım.. Kolay değil bir sheakspeare, bir brecht ezberlemek... “Lakin leydim korkarım yanılıyorsunuz, diş ağrısına katlanabilen bir filazof görmedim gene de“... Dünyada bu kadar uzun cümlelerle konuşan birilerini bulamazsınız... Ben hariç... Adapazarı Enka Lisesi Sheakspear oynadı... Biz Adapazarı’nda viktoriyen dönemi terziler olduğunu öğrendik... Sheakspear’in oyunu Verona’da geçiyordu... İtalyan yüksek rütbeli subayların kılıçlarında ise ay yıldız vardı... Resimli Osmanlı Tarihi’ni oynayan Alman Lisesi’ne buradan seslenmek istiyorum... Bakın Osmanlı Viyana kapılarına değil Verona kapılarına dayanmış... Siz yanlış biliyorsunuz... Bir de nedir bu Almanya yenilince biz de yenildik sayıldık klişesi... Tarih başlı başına komedi... Denizli Tev Anadolu Lisesi... Siz bizi çok güldürdünüz... Koltukları kıracaktık gülmekten... Ne diim kader de sizi güldürsün... St Joseph Lisesi zaten her sene harikalar yaratıyor... Duyuyoruz.... Okullarının tiyatrosunun önüne bir gişe açabilirler... Kalasınız Sağlıcanan...

Diş Hekimi

Dt Cihangir Bayburtluoğlu

6 Haziran 2008 Cuma

HANİMİŞ DE DOOOMMGÜNÜ ÇOCUUUU

Bugün möhöm bir gün.....

Bugün Biricik'in dooommmgünüüüü....

Başlasın davullar çalllmaaayaaaaaaaaaaaaaaaa...

Akşama süprissss varrrrrrrrrrrrrr...

Yani inşalla:)

5 Haziran 2008 Perşembe

Picasso (yazıldığı gibi okuncek)

-kalabalık aile geyiği içinde gereksiz bir konu olarak göbek adı konuşulurkene -

TuBay: Senin göbek adın ne hayatım?
CiBay: Picasso!
Tubay: O göbee anca diyorsun...
Cibay: Laf sokoorsun...

Cesaret anayı ayazağanda izlemek cesaret ister...


* 3 gündür Robert Kolleji Tiyatro Festivalinde amatör tiyatro izleyen ben (jüri eyesiyim de), birden cennete düşmüş gibi oldum bu oyunu izlerken... En dip bir festival oyununa bile "amin" diyecekken bir performans başyapıtı izlemek, beni şahikalara taşıdı... İlk Yarım saat oyunun çok yönlü dekoru, oyunculuk ve ışık oyunları altında ezildim... Sonra soğuk beni oyuna soğutsa da Tuubacıımla büyük bir sabır göstererek ve saygı duyarak oyunu bitirdik... Fire vermedik mi verdik... Ama bitirdik ...

* Semaver Kumpanyanın disiplinli ve özverili oyuncularından bir klasiği izlemenin bahtiyarlığıyla yazıyorum bunları... Yoksa "Donduk be kardeşim" diye de girişgah yapabilirdim... Cesaret Ana'yı daha önce küçük pasajlar halinde izlemiştim... Herhalde oyuncu arkadaşlarımın hazırladığı temrinlerde... Ama böyle kütle halinde 2-3 saatlik bir performansla ilk defa izliyorum... Enka açıkhavada ayazağanın ayazını yiyerek hem de... Lakin bir dekor bu kadar oyuncuların performansını şaha kaldırabilir... Tilbe Saran için ne diyebilirim ki... Üst düzey bir oyuncu zaten... Semaver kumpanya bu topraklarda sanatın varolduğunu içimize işleyen küçük cennetlerden biri.... Ha Brecht'in kör gözüne olmasa da sürekli mesaj kaygısı içindeki oyunundan biraz sıkılabilirsiniz... Ama bunu kapatmak için de elinden geleni yapmışlar ve küçük türütlerle oyunu diri tutabilmişler... Canı gönülden tebrik ediyorum...

* Oyunun başı, er toplamaya çıkmış çavuş ağzına geleni söylüyor, barışa... Konuşması oyunun özeti gibi... Brecht baştan daha savaşa postayı koyuyor... Ama öküzlemesine diil tabi... Savaşı öven bir çavuşun ağzından... "Savaş iyidir... Halkı disipline eder... Düzene sokar"

* Savaş'ın içinde küçük barışlardan dem vurmaları da ironikti...

* Brecht gene aşağıdan yukarıyı, bireyden geneli eleştirmiş... Komutanları liderleri itin mabedine sokmuş çıkarmış... Bunu küçük insanların trajedileriyle biraz da ajitasyonla süslemiş... Cesaret Ana'yı o fakirliğinde çıkarcı yer yer çıkarcı yapmış... Ama bu çıkarcılığıda üç çocuğunu kaybettirerek ona ağır ödettirmiştir... Yazar dediğinin acımasız olacak kardeşim...

* - Bir kurşun alnında durduğunda...

* ekşide güzel yazmışlar:
Oyunun en son şarkısında geçen "taaaaaaanrııııım sen bütün kullarını soğuktan koruuuu" gibi (buna benzer bi şey) dize karşılığında açık havada çok büyük bir uğultu şeklinde "amin sesi" de duyuldu, o yüzden soğuk konusuna aman diyoruz.

* “Bir gün dünyada savaşlar bitecek, silahlar susacak diye umutlanır dururuz. İyi yürekli ve saf insanlarız çünkü. Nasılsa ölmedik henüz; bir mermi göğsümüzü delmedi daha, bir mayına basıp paramparça olmadık, kolumuz bacağımız kopmadı… O yüzden umudumuz taze hala, inancımız tam: bir gün savaş bitecek, gözyaşları dinecek! Kime sorsan savaş için böyle diyecek. Hepimiz iyi yürekli ve saf insanlarız çünkü. O zaman neden her gün bir yerde bir savaş patlak veriyor? Neden onlarca, yüzlerce, binlerce insan ölüyor savaşlarda ve neden biz iyi yürekli ve saf insanların sesi çıkmıyor hiç? Neden? Herkes iyi yürekli ve safsa kötüler kim peki? Savaşı isteyenler kim? Savaştan geçinenler? Savaşla beslenenler? Din uğruna, vatan uğruna, özgürlük uğruna, demokrasi uğruna hayatlarını, çocuklarını, ana babalarını, sevdiklerini yitirenler kim? Peki ya kazananlar? Karlı çıkanlar da var mı bu işten? Bütün bunlar ne uğruna? Para mı, çıkar mı, iktidar mı, egemenlik mi? Peki bütün bunlar için savaşa değer mi? Bertolt Brecht “Cesaret Ana ve Çocukları” ’nda tüm bu soruları yüzümüze bir tokat gibi vuruyor. Cevapları bulmak size kalmış…”

* Eklemeden edemiyeceğim Putin Ağa'nın sarhoş - ayık ayrımı esprisini Chaplin City Lighs'ta kullanmış...

* Putin ağa'daki sistem eleştirisinde de, kapitalistlerin kötü yanı aslan kurt olmadıklarından arada iyi davrandıklarından çok daha kötüler demesi...

28 Nisan 2008 Pazartesi

Meer'e cevap

Valla sen çocuk ben çocuk yaparsak bir çocukluk oluruz üç çocuk...
Şeklinde şeettiriim baari ben de... Ortalama konuşiiim yane!

MEĞERRRRRRRR!!!!!


Haftasonu bol çocuklu bi bebek doğumgünüsünde çocuklardan uzak durması mümkünse onları korkutması ile tanınan Cihangir'ciğimin üstüne zorla tırmanıp kendini sevdiren bebiş sayesinde esasında Cihangir Efendi'nin çocuk tutmayı bildiği ortaya çıktı..

Tamam biraz canice bakmış olabilir ama itiraf edeyim elinen bebek pek yakışıyo be hayatım. Yapalım hemencecik bi çocuk:)))

28 Mart 2008 Cuma

Tiyatromatografim (bir amatörün seyir defteri)

Bugün ne günü kardeşim: "tiyatro günü" mü; "tiyatrolar günü" mü; "tiyatrocular günü" mü yoosa "kah çıkarım sahneye alem izler beni" haftası mı? Ne?
Önce buna karar verilmeli bence...

Tuubacıım gaza getirdi ben de kendi tiyatromatografimi şeettirdim:

1988
İzmir Erkek Atatürk Lisesin’de
Bahadır adlı arkadaşla “Zeki Metin” kabarelerini oynamaya karar verdik…
Ben tüm teksleri teypten dikte ettim… Zaati 90'larda kendini bilen her türk gibi ezbere biliyordum Haldun Taner üstadın kurduğu Devekuşu Kabere'nin oyunlarını…
- ne gibi
- at gibi
- hangi ata
- avuk-ata
- Her karıya ayrı laf mı bulucaz lan... Üç çift lafım var... Beğendiğini al, gerisi bana kalsın...
-Sutliyaç bu da bir ihtiyaç
- A ben adam geloor saoordum, meersem gidoormuş...
- Rıfkıı.. diş macununu böyle ortasından sen mi sıktın?
- Banyo'da amcama rastladın mı?
- Yoooo?
- O zaman ben sıkmışımdır..

- Balkonuma çöp attılar, camıma taş attılar, kızıma bok attılar.

- Kral babam, Çoban kocan, olur mu lan hayvan...

- Anan her boku bilir yavrum, yine neyi bildi?

- Evet minik KALABAK...


Metin: Bize de efes efes...
Garson: bira mı efendim?
Metin: yok beyefendeninki otel benim ki harabe!

Bilmem anlamadığımı
Anlatabilemiyor muyum?


88'bitmek üzre:
"Allah allah kabare oynayacağız" şeklindeki sevincimiz kursağımızda kaldı...
Müdür esefle ve şiddetle karşı çıktı…
1989
Ama aynı müdür, lisemizin 100. yılı vesilesiyle bişiler yapmamıza izin verdi... Hatta hatun kişisiz olmaz deyyu deyyu, bizi cennete yolladı:
Amerikan Kız Lisesi (İzmir) ile birlikte ortak bir oyun oynamayı düşünüyoruz…
İlk toplantıda onların tiyatro salonunda bulunan pianoya yaklaştım… Sadece başını çalabildiğim Beethoven’ın ay ışığı sonatını beyaz ve siyah fildişi tuşlara gömdüm… Herkes bana baktı… “akordu iyiymiş” diye salladım… Bu benim sahnedeki ilk rolüm… Bir piyanisti oynadım… Hem de dünyanın sayılı enstruman özürlü adamlarından biri, "ıslık bile çalamayan" ben başardım...
1990
Kel Alaka ama Marmara Diş Hekimliği fakültesine birinci girdim...
(Bu birinciliği de eklerim ya Allah kahretmesin! Sonuncu çıktığını da söylesene!)
Bugünün Radikal Sanat editörü, o zamanın sivilceli üniversite öğrencisi Cem Erciyes ile tiyatrolara takılmayı öğrendik... İlk özel tiyatro olarak Ferhan Şensoy'un "İstanbul'u satıyorum" u şimdiki Sadri Alışık tiyatrosunun bulunduğu o küçücük sahnede izledik (Ferhan Şensoy daha karşı sahnesine taşınmamıştı)
1991
İlk defa bi hatun kişisini oyuna götürdüm: Ferhangi Şeyler... Seneler sonra asıl aşkım beni bir oyuna çağıracak ve onunla Ferhan Şensoy'u ne kadar sevdiğimizi konuşcaz...
1993

Bir sürü not aldığım ajandalarımda en çok yurt yaşantısı üzerine notlar aldığımın farkına vardım... Yurt yaşantısı üzerine bişii yazmak istiyorum... Ne biliim, bir hikaye bir uzun metrajlı film senaryosu ya da bir tiyatro oyunu olabilir...

1994
Yazları Arabya kışları Talabeya olan Tarabya da bi öörenci evindeyiz... Eren'le, Kalenderin önünde (kalender meşrep olup) mehtabın doğuşunu izlerken, şarap içen doslara doğaçlama oyunlar oynuyoruz...
- Şaka maka asıl ayda ne biçim mehtap vardır di mi ama!
- Bakın oyunumuzun bu birinci perdesi... İkinci perdesine ise Zeki Kazması kustu!

1995
"Berduş" adlı oyunu yazdım...
Çok heyecanlıyım... Bir çok teks isteyen tiyatro sitesine gönderdim...
(Eş dost, kim okuduysa “Abi bunu sen diil Reşat Nuri Güntekin yazmış” falan diyor!
Yavvv ilk oyunum! Biraz Alaman Harbi yıllarını hatırlatsa da, naapabilirim ki!
Öyle gelmiş içimden…)

1996
Yurttan Sesler adında bir yurt trajedyasını bitirmek üzereyim...
1997
Diş Hekimcilik oynuyorum… Ama hastalarım bu rolümü sevmiş olmalılar…
Bana bayılıyorlar… (Ya da korkudan bayılıyorlar)

1998
Müzisyen Tunçay Korkmaz ile
(Aha bu anima adlı grubun bestelerini yapan Barış Manço kılıklı arkadaş




İki kişilik, müzikli bir sahne şovu hazırladık… Orda burada oynuyoruz… )








Bu ara Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni tiyatro olarak biz iki diş hekimliği öğrencisi orda burada temsil ediyoruz... Çok ironik... Ertesi sene tiyatroyu daha ciddiye alan Hasan Hüseyin hocamız yönetiminde Midas'ın Kulaklarında Baş rol oynadım... O kucagübekli meşhuur midas benim... Bakın:
foto 1

foto 2
El İlanı:

Cumhuruyet Gazetesi Dergi'de çıkan haberimiz:



1999
Şehir Tiyatrolarından birkaç kişinin verdiği bir tiyatro eğitimine başladım
Bir ara Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmen i olan
Mazlum Kiper’le tanıştım… (muhabbetim de iyidir hani)
O oluşumun içersinde
TAV üyesi Yaşar Eyüboğlu’ndan Pandomim dersleri aldım
Figüratif olarak sahneye çıkmaya başladım…
Tiyatroya iyice sardırdım…
(Akmerkez’in en üst katındaki work-show’lara bile katılıyorum)
2000
Aynı zamanda kurucu üyesi olduğum Marmara Üniversitesi İletişim Oyuncularıyla
Beraber bir oyun çıkarmaya karar verdim…
Derlediğim,
“Sistemsizler” adlı kabareyi sahneye koydum… (Liseden beri azmettim ... 10 yıl sonra bir kabarede, hem de kendi kabaremde oynadım...)

İstanbuldaki galamızı Radikal Gazetesi günün izlenecekleri arasına koydu... Tabii Cem Erciyes sağolsun ... Hani İstanbul'da ilk tiyatroları arşınladığım dost...
İzmir Ege Üniversitesinden Giresun Tiyatro Festivaline kadar bir çok yerde oyun sahnelenmesi için mücadele ettim… Gençlik Günlerinde Fatih Reşat Nuri Güntekin sahnesinde çıkmaktan gurur duydum... Ne de olsa kalemimi ona benzetmişlerdi ...
(Oyun yönetmek ne zormuş onu öğrendim)
2001
Orta Oyunu Oyuncusu ve Karagöz ustası, Geleneksel T
ürk Tiyatrosuna büyük emek veren Alpay Ekler, Hüseyin Karadağ ve Ben üçümüz sokak çocuklarının yararına bir orta oyunu oynadık… Ben kavuklu arkası oldum…


2002
Yurttan Sesler adlı trajedyamı tamamen imha ettim... Ve ondan bir dizi senaryosu çıkardım...
( Aramızda kalsın bu dizi projesine hala yeni bölümler yazmaktayım…)

2003
Yurttan Sesler ile yazmaya karşı kendime güvenimi tekrar kazandım... Sekiz yıldır içinde bulunduğum mizah kulübünün etkisiyle yeni ve modern oyunlar yazmaya karar verdim… Halen 3 oyunumun teksti üzerinde çalışmaktayım…
Bankadaki Hayalet
Trieksiyon
Drajedya

2004
Yazı çiziden para da kazanılıyormuş... 1.5 yıldır sporvizyona yarım sayfa spor mizah yazıları yazıyorum...
Orada yazdığım yazı örneklerimi bir sitede topladım:
http://dtcibay.blogspot.com/
Biraz fason olarak yaptığım bu işi , sırf bir yazı disiplini oluşturduğu için devam ettirmekteyim.
Aslında futbolla çokta ilgilenen bir tip diilim… Mukadderat … Ben oyun yazmak senaryo yazmak istiyorum...


2005
12 Kasım 2005
Daha önce hikayeler anlattığım, benim gibi yazıya çizgiye de bulaşmış, iyi bir okurum, iyi bir dinleyicim beni bir oyuna davet etti... Mehmet Baybur'un ("tluoğlu" eklesek akrabam olcek) Kamyon adlı oyununa... İş hayatına gömülmüştüm... Civa kadar yoğundum... 15 yıllık aşkım tiyatroya soğumuştum... Nasıl ilaç gibi geldi anlatamam... İlacın etkisenden mi bilinmez (yoksa bu paylaşıma ilaç mı katılmıştı) beni bu oyuna davet edene (ilk defa bir hatun kişisi beni bir oyuna davet etmişti) ilgi duydum... Bu pamuk ipliğiyle bağlanan bağ, aylar geçtikçe ibşimlere yıllar geçtikçe büyük gemi halatlarına dönüştü.. ve bugün onunla evliyim...
Aha da herşeyin başlangıcı olan bilet:
2006
Polikliniklerde Tıp merkezlerinde gece gündüz çalışıp, tiyatromatografimin böyle gelişmesinin imkansızlığı üzerine derin felsefeye daldım ii mi?

2007
daha bitmedi yazooorum... ne gazmış...

27 Mart 2008 Perşembe

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü

Bundan 17 yıl önce tıfıl bi orta 3 talebesi ben sadece lisedekilerin oynadığı oyunda rol alabilmek için edebiyat hocasını ikna edemeyince işi okul müdürüne kadar götürüp kendimi tiyatro klübüne aldırtmıştım. Öğrencilerin içinde en küçük olmama rağmen Nezihe Aras'ın köy-kadın oyununda en yaşlı rolü, kaynanayı da kapmıştım. Bir 27 Mart öğleden sonrası Tiyatrolar Günü şerefine ilk sahne alışım işte bu oyunladır.

Her zaman istemişimdir konservatuara gitmeyi. Fakat hiç hayal ötesine geçirmedim bu düşünceyi. Çevremde herkes sağlam bi diplomaya sahip olduktan sonra bu " tip şeylerle " ilgilenebileceğimi ve hatta ne bok istersem yiyebileceğimi söylüyorlardı.

Üniversiteye girdiğimde ilk sene koştura koştura EÜTT (Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu) çalışmalarına kaydoldum. Ee üniversiteyi kazanmışım, kısmen de olsa kendimi ispat etmişim. Hem artık başka bir şehirdeyim. Akşam eve geç kalma derdim yok çünkü evim yoktu, minik bi yurt odasında yaşıyordum. Çalışmalara gittim geldim, gittim geldim. Çok kalabalıktık, yönetmenin tiyatro anlayışı ile benimki çelişiyor gibiydi. Ben vodvil istiyordum, komedi istiyordum, realite istiyordum. Oyun Sevim Burak'tan olacak dediler. Gitmedim bir daha çalışmalara. Vicdani bahanem de vardı : "Dersler ağırlaştı."

Bundan sonra tiyatro hayatım bir sis perdesi içinde kendi çapında bir seyirci olmakla devam etti. Bir gün 12 Kasım 2005 için Kamyon adlı oyuna iki bilet aldım. "Tek başıma gitmem yahu nasılsa birisini bulurum beraber gidecek" diye iki tane bilet. Ona söyledim cık dedi buna söyledim işim var gelemem dedi. Çekine çekine Cihangir'e sordum. Benden kat kat daha fazla tiyatroyla uğraşmış, oyun yönetmiş, turnelere gitmiş biri olarak hayatında ilk defa bir hatundan "tiyatroya gidelim" çağrısı geliyordu. Tabi ki kabul etti. O gece aşık olduk birbirimize.....

Bundan tam bi sene sonra 2006 Thyke genel toplantısında "Okuma Tiyatrosu" yapalım diye ortaya bir fikir attı Ali Cengiz Hocam. Hoş öyle tatlı ve ustalıklı bir şekilde salondakileri avucunun içine almıştı ki başka bir şey söylese sanki onu da kabul ederdik gibi geliyor ya neyse.

Kısa bir zaman içinde çalışmalara başladık. Hepimizin motivasyonu yüksekti de hocanınki en yüksekti. Hadi biz kendi halinde bi E harfini kapalı ya da P harfini patlatmadan söyleyemeyen bir grup aklıevveldik ve kendimizi düzeltmeye niyetimiz vardı. Onun derdi neydi?? Dert değil de tiyatro aşkıydı sanırım.

Hazırlandık ve Bir Fok hikayesi adındaki bir fabl ile çocuk oyunu sahneledik bir Haziran günü. Bu arada belirtmeliyim ben sanırım yaş-rol konusunda bir sorun yaşıyorum. Orta okulda Kaynana, 30 yaşında Kelebek rolü kaptım netekim.

Bu kadar lafın kısası bu da benim 27 Mart Tiyatrolar günü yazım olsun. Herkesin günü kutlu olsun. İçinizdeki tiyatro sevgisi hiç dinmesin.

17 Mart 2008 Pazartesi

Yalnızlık zor zenaat be kardeş.

insan sevildiğini nasıl hisseder? ve yalnız olmadığını...


haftasonu biraz koşturmacalı ve de kalabalık geçmiş olsa da ben bu ikisini düşündüm.


cumartesi günü sabahın bir köründe cihangirin ölü köpek bakışlarının göğsümü delmesini engellemeye ve onun da gönlünü almaya çalışarak annemi, yiğenlerimi ve ablamı görmeye koştur koştur zablama gittim. giderken bir insan evladının bir ya da bir kaç kişiyle görüşmeye ya da bir organizasyona gitmek için fazladan enerji harcaması yerine neden kıçını yayıp da elinde kumandayla zappidi zuppidi televizyon seyretmez diye düşündüm:

- abllaaa?? (bişi söyleyecekle soracak arası bi çığrış)
- efenim? (anlayışlı, sevecen, tam bir abla "efendim"i)
- insan sevildiği yerde olmak istiyo biliyo musun. (sanki çok derin bir buluş yapmış gibi)
- evet sevildiği, dinlenildiği,
- önemsendiği, muhabbetle karşılandığı yerde
- kendisini kabul edenlerin yanında evet. (kolumu sıkıp "iyi ki varsın"ı hareketleriyle de göstererek)
- evet. (canım benim anlıyosun sen beni)

sonrası da farklı değildi bu muhabbetin. kurtarılmış bir zamanda, günlük kelimeleri kullansak da dünyayı unutturan, kahve soğutan ve bana ilaç gibi gelip şükrettiren 2 saat geçirdik.

ertesi gün meziyet annemin doğumgünü için onlara gidecektik zaten ama kendisi rahatsızlanmıştı. hemşireyi aldık, serumu unutmadık derken yanına vardık da şok olduk. yorgunluktan bitap düşmüş, yatak döşek bembeyaz yatıyor. babam, anıl ve kürsat yanında. serum verdik. yüzüne kan geldi. oturduk cevresine. bıdır bıdır konuşurken de serumu dikizliyoruz nasıl akıyor mu diye. sanki akmıyor gibi diye işkillenip de hava girsin diye devamlı enjektör takıp, çıkartıp duruyoruz. yalama yaptık ama sonunda işe yaramadı. anıl ve cihangir şişeye birer çizik bile attılar asetat kalemiyle de ne kadar gittiğini anlayacaklar (bilimsel kardeşler). sonunda cihangir başka bir hastabakıcı getirdi, sorunun serumdan değil pıhtılaşmadan olduğu ortaya çıktı. annem serumu 15 dakkikada iç etti:)

tüm bunlar olurken annemin yüzüne kan geldiğinde, kafayı doğrultup da "kasedi takın" dedi. 1982 senesinin bir çarşambasından yurtdışında çalışan babama gönderilmek üzere kaydedilmiş, annemin konuşmalarını, 1,5 yaşındaki anılın çekingen kelimelerini ve ilkokul öğrencisi cihangirin yanardağları hararetli hararetli (aynen bugün sevdiği bir filmi, bir espri anlatır gibi) anlattığı bir kaset. anılın dıgıldamalarından bir yorum yapmak mümkün değil ama cihangirin şimdiki tok sesi yok. meziyet annemin sesi bugünkü gibi.

ama hüzünlü bir tonu var sesinin.

çok hüzünlü.

çünkü kocasından 15 gündür haber alamamış. ne mektup ne telefon.

arada kayıt kesiliyor. annemin bu sefer cıvıldayan sesi yankılanıyor. hüzün dağılmış sesinden de mutluluk gelip yerleşmiş. ahmet babam aramış çünkü...

akşam saat 8de cihangirin yine bir dünyamız kayıdı var. saat 10da da annemin sesi. çocuklar yatmış, el ayak çekimiş ve annemin sesi yine hüzünlü.. yalnız, tek başına!!!

üç kayıtın sahibi da aynı gün içinde aynı kişi fakat benim içim çok burkuldu. ağlamamak için zor tuttum kendimi. tanrım neler yaşamış bu kadın tek başına iki çocukla.. hep aynı evin içinde, maddi zorluklarla baş edip iki erkek evlat yetiştirmek, bırak kendisini görmeyi dokunmayı sesini bile duyamadığın bir kocayı beklemek.

bu kadar sene sonra kocası, çocukları tamamen yanında meziyet annemin. hatta kocası bir kırık "ahmett" seslenişinde hemen başında. artık yalnız değil. allah hiç yalnız bırakmaz inşalla..

27 Şubat 2008 Çarşamba

3 sorunun ortak tek cevabi uzerine bi kac kelam

insanin hayatindaki en onemli kisi kimdir?

insan bi gun bile gormese kimi ozler?

kan baginin olmadigi kim seni tutkuyla sever?

hadi ilk iki soruya "evladim, annem, kedim" filan dersin de son sorunun cevabi mutlaka ama mutlaka esindir.

bir cocugun oluncaya kadar (senden sonra) hayatindaki en onemli kisi esindir. cocuk olunca da onemi azaldigindan degil de sana ihtiyac duyan ufakligin acizliginden siralama degisir.

insan bir gun icmese cayi da ozler de her gun her gun ayni insanla olmak ve bikmamak, merak etmek, yediginden ictiginden kendine gorev cikarmak, iyi olsun diye ugrasmak. hem cocugun hem de esin bu sorunun cevabi...

ama su son soru var ya... onemli... onun tek cevabi vardir. kan bagin olmadigi halde seni tutkuyla, muhabbetle, arzuyla, sevecenlikle ve bir dolu sifatla seven, sayan, oksayan, koruyan, kollayan, nazlandigin, agladigin tek kisi vardir. esin. cocugunun aksine onunla aranda kan bagi yoktur.

ha burda bahsedilen es de kari ya da koca gibi evliliksel kavramlardan cikmiyor. evlilik iyi guzel hos ama ici bos da olabilen bir kavram. ben bi kac adim belki de kilometre otesinden bahsediyorum, es olmaktan, birbirinin tamamlayicisi olmaktan....

bu kisi nasi bulunur, nasil "o" oldugu anlasilir, nasi bi araya gelinip beraber uyumaya baslanir ben bilemiyorum. yasadim ama bilemiyorum. bir gun uyandim sevdicek yanimda, bir ev kurmusuz, hayat birlestirmisiz. ama aradaki zaman nasil gecmis hayal meyal. ilkler unutulmuyor da ikinciler ve siradanlasmis tekrarlar hayal meyal....

sevdicekle bulusma oncesinde insan bir sekilde hissediyor hala 'onunla' karsilasmadigini. onun bir yerlerde yasamakta oldugunu biliyorsun ama daha sana ulasmamis, sen daha ulasamamissin. alakali alakasiz insanlari ona benzetiyorsun, safligina gore de peslerinden gidiyorsun. arada kimisi senin kendisinin "o"su saniyor senin pesini birakmiyor. ask saniyorsun, sevgi saniyorsun bu yasananlari, belki bir cok isim de veriyorsun ama hayir. hep kendini kandiriyorsun.. bisiler eksik kaliyor hep....

ve bir gun karsilasiyorsunuz ve hissediyorsun. orada ask var, sevgi var, saygi var, mizah, tutku, merhamet, vicdan, sevecenlik, akil, zeka, iyi niyet, merak, iletisim, konusmak, izlemek, ogrenmek, gezmek, guzelik, muhabbet, tutku, arzu, paylasim, birlesmek, gormek, yasamak, beraberlik.... hersey var. hersey. bu butunlugu hissettiginde "tamam" diyosun "bu o!!"

en azindan benim icin yukaridaki gibi oldu.. 12 kasim 2005'ten beri cihangir'cim, bir tanem bana "bu o!" dedirtiyor. sagolsun!!

23 Şubat 2008 Cumartesi

Öncesiyle Sonrasıyla Bir Doom günü MUACERASI




Tuubanın doğum günü için seçtiği lokanta dünyanın sayılı mutfaklarından birine sahipmiş...
Menüyü görünce "ona ne şüphe" yi yapıştırıyorsun... (Mutfağıyla ünlü olmasının dışında, mutfakta kullanılan ördekler, kalamarlar da tanınmış sanırsam... Ancak belirli bir şöhrete sahip bir ördek bu fiyata satılabilir baabında... Örn: Varyemez Amca...)

* mini kalamar ızgaralı limonlu mantarlı aolivoni...

(eee iyi gidiyordu be ... yani ilk bi kaç şeyi anladık da yemeğin asıl neyi içerdiği ya da türü mü neyse o kaçtı... anlayamadık... abartmıyorum, menünün tamamı böyle... kelimeler geliyor geliyor, bir yerde tıkanıyor...)

* Köri soslu, ördek ciğerli timbotri... (ee bu timbotri, ördeğin başka bi yeriyse, insan merak ediyor... ama böyle bir yerde soramıyor... görgüsüzlük zor kabul edilebilir bişii...)

Ben ördeğin yanlış bir yerini yemekten korktuğum için kalamarlı limonlu alioli'yi ısmarladım... Bakın bize ne geldi... Şu tabaktaki şey porsiyon, yanlış anlamayın... Yemeği biraz pişmiş istesek boş tabak gelecek...

Garson: Sizin yemek buharlaştı bayım... Ama parasını ödiyeceksiniz...

Dünyanın en küçük gramajına sahip yemeği için tamı tamına 12 bıçak 8 çatal bi o kadar servis zımbırtısı ne bilim sayısı muamma tabak kirlettik... Masanın zenginliği, besin değeriyle ters orantılı... Bu inanılmaz bişii!

Tamam tamam itiraf ediyorum bi de "Aliolili", o menüdeki en ucuz şeydi... 2o YTL

Biz gene de mutluyduk... En azından bizim 100 katımız para ödeyecek (salaklar masayı donatmış) gruptan daha fazla eğleniyorduk...Ben o sofraya "salaklar sofrası" dedim...

Yemek berbattı ama su servisi süperdi... Fahrenayt tüplerindeki suyu garson 20 metreden bardağımıza dökebiliyordu... Bi ara Gamze kendisinin bardağını doldurcak sandı ve gerildi... Gamzenin biraz ilersindeki devetabanı çiçeği sulamak için garsonun hamle yaptığını anlayınca, içine su serpildi... Kontrapiyede kalışı komikti...

Hani böyle yerlerin bir de enteresan tasarım hadiseleri vardır: Mutfağın tavanını camla kaplamışlar... Yere bakmaya kalktığında aşçıları yemek yaparken görüyorsun... Bu ne ya!... Bunu gördüm "burda yemek yemem" dedim... Adamlar kadınların bacaklarını dikizlemekten ne yaptıklarını bilmeleri mümkün diil... Zaten yemekte çok tuzluydu... Kimbilir tuzu dökerken, hangi jon jon manzara yaptı...

Tabi ki külliyen kötü bir yer diil... Ben şu kısmını beğendim... Duvarda dev ekranda Hiçkok'un Şüphe filmi oynuyordu... Onu da orda olanlardan kim izler, kim anlar, işte o olağan bi şüphe!... Film programını sordum barmene: "Ne!" şeklinde gayet avam bir cevap aldım... Sustum... (susma sustukça)

Neyse daha kötülerini de gördük... Çakma Fedon neydi allaanı severseniz, o bi ay önce gittiğimiz doom gününde... Osmanlı damacana sergisinin yapıldığı binanın çatı katında... Rum meyhanesi mi ne? Öyle bir adı vardı... Adamın bir de sihirbazlık merakını alkışlamak zorunda kaldık... Bardak üstünde dönmesi (nerden bilcem adamın dün ayağının tabanını temizlediği bardağın bugün bana gelmediğini) ; müşterinin kulağının arkasında rakı bardağı çıkarması... kepazelik... Hatırladım sinirlendim... En iyisi hiç düşünmemek...

Yazarın dipnot-otoeleştirisi: "Sosyeteden insan manzaraları görmek bizim ne haddimize"

Şimdi Burada bir Flashback yapıp olayın bir iki ay öncesine gidiceğiz:

- Hayatım bana ne hediye alacaksın...
- Şimdiden söylenir mi canım?
- Bence birbirimize pahalı teknolojik şeyler almayalım doğum günlerinde...
- Nası ya?
- (büyük bir coşkuyla) Ne! Yoksa bana iphone mu aldın?
- Yooo... Tamam tamam... Sana şu muzur kelimeyle adlandırılan, flash hafızalardan alacaktım...
- Ne bana doğum günümde "çük" mü alcaktın...
- Böyle diince kötü bi hediye gibi duruyor tabii!
- Hayır istemiyorum... Hem şirket bana bir tane verecek onlardan... Gereksiz para harcamış oluruz öyle bişiie...
- Ya tamam! Teknolojik bişii almayalıım diince vazcaymıştım zaten...
- Pekii hediye mi Almanya'ya gitmeden önce mi vereceksin?
- Tamam gitmeden önce vericem...
- Pekii, hayatım bana ne hediye alacaksın... (dejavu)
- Ya hediye söylenir mi?
- Hediye böyle şey bişii olmasın ama?
- Zarf içinde para mı... Hay dilime!
- (ağlayarak) bana para mı hediye edicektin...
- Ya Almanya da kendine istediğin bişii alman için küçük bi öro...
- Ühü ühü...
- Ya deli etme adamı... İtalyanlar herzaman zarf içinde para hediye ederler birbirlerine...
- Ben italyan diilim...
- İtalyancaya ve italyaya merakın var ama...
- Lafı çevirme...
- Ya lafın göbeğindeyim nesini çeviriim... Tamam tamam sinyali anladım... Ağlama
sana güzel bir hediye alıcam...
- Ühü.. Hayatım bana ne hediye alacaksın...
- Dejavu
- Efendim...

.
.
.

Bir ay sonra:
- HAyatım bana alacağın hediyeyi düşünüyor musun?
- Zarfın üzerinde ne yazsın?
- Bak kırıcı konuşuyorsun ama...

.
.
.
Üç Gün Sonra:



- Bitmez -

13 Şubat 2008 Çarşamba


Hadi bakalim hatirla hayatim bu ne resmi?
Nerde cekilmis?
Kim cekmis?
Tarihi ne?
Hadi bakalim...
Hodri meydannnn....
- Hayatım bak sitemizi düzenledim... Bu da sana ilk sevgililer günü hediyem olsun...
- Aynı şeyleri buraya taşımıssın sadece... İmla hataları bile aynı...
- Eh onları da siz düzeltiveriveriniz leydim, hediye baabında...
- Yok ben hediye olarak sana imla kılavuzu almayı düşünüyorum...
- Ben de sana imalat ve yaptıklarımı "imha" kılavuzu aliim barii...
- Ooo... İyi biz de size "ima" kılavuzu alırız... Altta kalmayız...
- Anlıyorum...
-Çok tatlısın... (he he he)
- O zaman üzerime su iç...
- Niye böyle konuşuyorsun ki...
- Eh sert uslubumu koruyorum... Hediye verip laf yiyen olaraktan...
- Yok yani aynı şeyler onlar o yüzden...
- Papaz pilavı diyorsun...
- Annenin laflarını söyleme anlamıyorum...
- Papaz pilavı gibi aynı şeyi önüme koyma deyimini ben sokakta öğrendim... Sokak argosu olabilir... Annemden diil yanee :)

-Kayıtlara Geçsin-

Foça Muacerası

Foçada Rüzgar

Yüzümüze

Faça Atarkene...



Cihangir: Oolm milli bayram diğilki niye herkes bayrak asmış?
Tayfun: İzmirde artık bayrak asılan günler diğer günlerden daha fazla... Acaip bir görmemiş milliyetçilik şeetti... Erzurum, Kars nasıldır bilemem...
Cihangir: Kars milliyetçiliğin yoğun olduğu bir il diilki zaten...
Tayfun: Oolm bilmem dedim ya zaten...
Cihangir: Haa!
Tayfun: Hatta ne kadar soğuk onu bilemem...
Cihangir: O kadar bağımsız bir cümleydi yani.
Tayfun: Evet.
Cihangir: Kesinlikle roman yazmaya kalkışma...



Cihangir: Tuğba Hanım siz ve okulunuz...
Tuğba: Bualaa Bualaa hep çimenlikti...
Cihangir: Sizin okulunuz sizin doğumunuzdan bir yıl önce kurulmuş... Sizi muştulamış sankim...
Tuğba: Bu binayı büyük ihtimalle ziraat mühendisliği için yapmışlardır... Bu taraflarda mikrobiyoloji labora... (Sözü baltayla kesilir)
Cihangir: O taraflarda hiç beziniz var mıydı?
Tuğba: Oalarda bualarda her taraflarda bezim vardı benim...
Cihangir: Buralar hep binaydı şimdi yeşillik oldu ööle mi?





Cihangir: Bu ne ya! Belediye Başkanı Pavyon tavernacısı gibi fotoğrafla bayram kutluyor...
Tayfun: Ya bunlar acaip çoğaldı...
Tuğba: İlk bunu Müfit Gürtuna yaptı bi de Şişli'de Mustafa Sarıgül... Sonra tüm türkiye'yi sardı...


Düğüne Dair

Bir İmza İki Dans

imzaya dair sert bir bakis
(Sanırsın avrupa birlii ikili muzakerelerin son imzasn atiyorum)



ilk dans ilk heyecan...


Dugunun son dansini Kız Kardesimle yaptım...
O an gülegüle oglum parcasi çalıyordu Barış Manconun ve Babamla fotoğraflarımız akıyordu megavizyona... Ve gözde ağlıyordu... Gülmek ve Ağlamak... İşte yaşamın bir özeti...

Düğün Öncesi


Bi Düün Albümü

Çekimi Muacerası

- Eee sıkıldım ben bööle artistik artistik durmaktan
- Fransız jürisinden dö point alıcaz hayatım sabret

- Aklıma cin bir fikir geldi...
- Ay dur güldürme beni... Komikmiş...
- Bööle sooradan görmeler pozu verelim...
- Bi de şööle cool çekilelim...
- Hadi gidelim düğüne geç kalıcaaz!
- Ay çok güldüm, ağlıycam...
- Hem ağlarım hem giderim diyorsun..
- Klasik bir gelin diilim ben...
- Bilmez miyim?... Çok eğlendim... Bunu bi kere daha yapalım :)


- Eee sıkıldım ben bööle artistik artistik poz vermekten...


- Bak aklıma ne geldi



- Ay delisin... Dur güldürme beni...


- Tamam tamam senin dediğin gibi olsun hayatım...


- Bööle cool bir poz verelim...

- Bööle sonradan görmüşler kipin... He he...

- Napolyon & Joseephine


- Ay çok iyi olduuu!




- Hadi gidelim... Düüne geç kalıyoruz ...



Çook Eğlendim Yaaa! ... Gene evlenelim olur mu?