17 Mart 2008 Pazartesi

Yalnızlık zor zenaat be kardeş.

insan sevildiğini nasıl hisseder? ve yalnız olmadığını...


haftasonu biraz koşturmacalı ve de kalabalık geçmiş olsa da ben bu ikisini düşündüm.


cumartesi günü sabahın bir köründe cihangirin ölü köpek bakışlarının göğsümü delmesini engellemeye ve onun da gönlünü almaya çalışarak annemi, yiğenlerimi ve ablamı görmeye koştur koştur zablama gittim. giderken bir insan evladının bir ya da bir kaç kişiyle görüşmeye ya da bir organizasyona gitmek için fazladan enerji harcaması yerine neden kıçını yayıp da elinde kumandayla zappidi zuppidi televizyon seyretmez diye düşündüm:

- abllaaa?? (bişi söyleyecekle soracak arası bi çığrış)
- efenim? (anlayışlı, sevecen, tam bir abla "efendim"i)
- insan sevildiği yerde olmak istiyo biliyo musun. (sanki çok derin bir buluş yapmış gibi)
- evet sevildiği, dinlenildiği,
- önemsendiği, muhabbetle karşılandığı yerde
- kendisini kabul edenlerin yanında evet. (kolumu sıkıp "iyi ki varsın"ı hareketleriyle de göstererek)
- evet. (canım benim anlıyosun sen beni)

sonrası da farklı değildi bu muhabbetin. kurtarılmış bir zamanda, günlük kelimeleri kullansak da dünyayı unutturan, kahve soğutan ve bana ilaç gibi gelip şükrettiren 2 saat geçirdik.

ertesi gün meziyet annemin doğumgünü için onlara gidecektik zaten ama kendisi rahatsızlanmıştı. hemşireyi aldık, serumu unutmadık derken yanına vardık da şok olduk. yorgunluktan bitap düşmüş, yatak döşek bembeyaz yatıyor. babam, anıl ve kürsat yanında. serum verdik. yüzüne kan geldi. oturduk cevresine. bıdır bıdır konuşurken de serumu dikizliyoruz nasıl akıyor mu diye. sanki akmıyor gibi diye işkillenip de hava girsin diye devamlı enjektör takıp, çıkartıp duruyoruz. yalama yaptık ama sonunda işe yaramadı. anıl ve cihangir şişeye birer çizik bile attılar asetat kalemiyle de ne kadar gittiğini anlayacaklar (bilimsel kardeşler). sonunda cihangir başka bir hastabakıcı getirdi, sorunun serumdan değil pıhtılaşmadan olduğu ortaya çıktı. annem serumu 15 dakkikada iç etti:)

tüm bunlar olurken annemin yüzüne kan geldiğinde, kafayı doğrultup da "kasedi takın" dedi. 1982 senesinin bir çarşambasından yurtdışında çalışan babama gönderilmek üzere kaydedilmiş, annemin konuşmalarını, 1,5 yaşındaki anılın çekingen kelimelerini ve ilkokul öğrencisi cihangirin yanardağları hararetli hararetli (aynen bugün sevdiği bir filmi, bir espri anlatır gibi) anlattığı bir kaset. anılın dıgıldamalarından bir yorum yapmak mümkün değil ama cihangirin şimdiki tok sesi yok. meziyet annemin sesi bugünkü gibi.

ama hüzünlü bir tonu var sesinin.

çok hüzünlü.

çünkü kocasından 15 gündür haber alamamış. ne mektup ne telefon.

arada kayıt kesiliyor. annemin bu sefer cıvıldayan sesi yankılanıyor. hüzün dağılmış sesinden de mutluluk gelip yerleşmiş. ahmet babam aramış çünkü...

akşam saat 8de cihangirin yine bir dünyamız kayıdı var. saat 10da da annemin sesi. çocuklar yatmış, el ayak çekimiş ve annemin sesi yine hüzünlü.. yalnız, tek başına!!!

üç kayıtın sahibi da aynı gün içinde aynı kişi fakat benim içim çok burkuldu. ağlamamak için zor tuttum kendimi. tanrım neler yaşamış bu kadın tek başına iki çocukla.. hep aynı evin içinde, maddi zorluklarla baş edip iki erkek evlat yetiştirmek, bırak kendisini görmeyi dokunmayı sesini bile duyamadığın bir kocayı beklemek.

bu kadar sene sonra kocası, çocukları tamamen yanında meziyet annemin. hatta kocası bir kırık "ahmett" seslenişinde hemen başında. artık yalnız değil. allah hiç yalnız bırakmaz inşalla..

Hiç yorum yok: