Bunca Sahneye çıktım (abartiim biraz) bu kadar heyecanlanmadım : )
http://www.youtube.com/watch?v=N06I3HXbARQ
Detone sanatını zirveye taşıdım:
http://www.youtube.com/watch?v=DLpAbUQ0z1g
Youtube da cihangir’in şarkısı die geçiyor
(Arkadaşlar: "Cem Karaca’yı bari katletmeseydin... Rober Hatemodan 'biiiir; senden çok var; kiii…' diye çıırsaydın dediler...
yuuhuna da tubuna da rezil olduk..
yutublandık...
bu da bana input... )
Antimitarist adam düğününü de nişanını da askeriye'de yapmaya kalkarsa:
Her şey nizamiye kapısında beni sakalımdan dolayı içeri almamarıyla başladı…
Asker: Beyefendi sakalınızdan dolayı alamıyoruz.
Kürşat: uzunluğu mu yoksa…
Anıl: Sanırım sayısından dolayı
Ben: "Tamam o zaman" dedim ve arabayı çalıştırdım… "Biz dönelim.. Lakin ben damadım bi sorun olmaz umarım"
Bu sefer askerler panikledi… Komutan aranacaktı vazcayıldı... Asker minimum insiyatifini kullanarak bizi içeri aldı... Kardeşim, kürşat ve ben nişan yerine vasıl olduk... Ama varamayan çok oldu... İşte güzel kardeşim Alper nişanıma nasıl giremediklerini kendi hoş mizah uslubuyla şeettirmiş:
Hani insanın içi köpürür aklına geldikçe, ne acıdır ne komik öyle anlar, öyle anılar vardır ya sevgili okuyucu. Vardır di mi? Bi tek bana öyle gelmiyor yani.. Öyle bir nişan macerası yaşadık işte geçen Cumartesi gecesi.
Anti-militarist ve düğün karşıtı arkadaşımız, biricik, tosuncuk Cihangirimizin nişan töreni vardı Tuzla Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ordu Evi’nde.
Dumur tabii!
Böylesi işte anca bu topraklarda olur. Bir kız alacaksan, niyet ettiysen, hanımköy sularına girilir. Eski ateşli günler soğumaya bırakılır filan. Her türlü yaşayakalma metodu mübahtır aile söz konusuysa. Çok mühim bi şeydir çünkü aile Türklerde; o yüzden yaşayakalmadan sonraki merhaleye; yaşayakalakalmaya geçilir hemen. Nasıl da maharetlidir bu Türkler. Öyle kalakalırlar suyu yavaştan ısınan kurbağalar gibi.
Bu yılların anti-militarist, anti-wedding ceremonies, anti-aging kaynağımız Cihangirimiz işte
böyle aile içi tufa kurbanı olmuştu. Aile içinde sadece şiddet ve sevgi olayları hasıl olmuyor demek ki işte böyle komplolar da dönebiliyor.
Neyse yeni Türklerin ideal şehir traktörü Jeep’imize binip baya bir yol aldıktan hatta yolda geveze arkadaşlar yüzünden defalarca kaybolduktan ve sürpriz misafirler yüzünden bir kısmımızı bagaja tıktıktan sonra (işte Jeep bu yüzden Türk’e yakışır) filan, mekana varıldı.
Ahmet ağabeyimiz (hani kendisi başlı başına bir yazı hatta cilt cilt ansiklopedi konusudur. Deryadır yani.) önden tedirgin oldu nişan sularına yanaşınca. Er Ryan’ı kurtarmaya gelmişiz gibi bir dekorla karşılandık zira. Tel örgüler, bariyerler filan. Yani anlamak mümkün değil bu dekorda düğün dernek yapmak isteyenleri. Sadist misiniz, masoist mi?
Muhterem Ahmet ağabeyle yol boyunca Türklerin bin bir çeşit halinden konuşup gülmüşken. Az sonra karşılaşacağımız olay karşısında Ahmet ağabeyimizin tavrını öngörseydim, hani öngörebilseydim vallahi o esprilerin yarısına gülmezdim.
Emir Eri Ramazanlar arabamızı arayıp, sonra da kimliklerimizi kontrol edip, bir Alman, bir Karadenizli ve muhtelif yerlerden sivil sivil kokan adamlardan mürekkep kadromuzun orduevine girmek için fazla sivil, fazla fıkra kıvamında olduğuna karar verdiler. Zira ordu en ciddi en güvenilir kurumdur memlekette. Hani içeri zaten iddialı bir giriş yapmayacaktık alt tarafı bir nişan davetiydi ama sevgili yüce ordumuzun herrr şeyi çok büyük, herrr şeyi çok ciddi ve herr şeyi çok kutsal olduğu için: BİR davetli listesinde adı yazmayanlar, (hadi bu makul) İKİ Alman olanlar, (o niye ki?) ÜÇ sakalı olanlar (o-ha yok canım daha neler) içeri giremeyecekti vesselam. Bu durumda içimizden üç kişi dışarıda kalıyordu. Eee işte yol boyunca Türklerle, Türk olma halleriyle dalga geçersen böyle unutursun işte Türkiye’de bir Türk olduğunu ve ufak tefek şoklar yaşarsın OrduEvi kapılarında.
Arabanın içindeki biz sivillerin kimlikçikleri dışarıdaki emir erlerinin ellerinde dolanırkene askerlerden biri camdan içeri kafasını uzatıp, erasmus programı vesilesiyle benim misafirim olan Hening isimli Alman arkadaşın kimliğini gösterip “Ama bu Almaaan,” demez mi? E tabi kikirdek bendeniz durur muyum hemen kikirdeyiverdim Mehmetçiğin karşısında. Ahmet abi orta şiddette bir dirsek vurdu böğrüme hani susayım diye. Emir eri Ramazan’a “Evet arkadaş Almandır,” dedik. (er bi de türk kimlii yok mu diye ısrar etmiş) Ne yapalım sorgu şartları çetindi hemen itiraf ettik. Hani Almanlar eski müttefiklerimiz çok sorun olmaz diye düşündük içten içe. Ardından asker iyice arabanın içini kolaçan etti “Hımm siz de sakal problemi de var,” dedi. Hakikaten vardı öyle bir problemimiz. Yani bi çok arkadaş top sakallıydı, hele benim ters dönen sakallar yüzünden lazer tedavisi görmüşlüğüm de var, kötü bir espri de olsa. Araban indik bu kadar problemli olduğumuzu öğrenince. İner inmez Ahmet ağabey beni bitiren sözü sarf etti Mehmetçiğe karşı. “Abi bi kolaylık gösterseniz biz uzaktan geldik.” Aaaa? Sanki yol boyunca biz Türkler şöyleyiz biz Türkler böyleyiz diye şikayetlendiğimiz adam bu değil. Bu ağız bu Türk usulü bağlama Ahmet abiden çıkıyor olamaz! Ama olmuştu işte. İlla Cihangir’in nişan eğlencesine girilecekti.
Hani şöyle dese “Abi biz uzaktan geldik, zaten bu kadar kıllı olmamızın nedeni de odur; yolda uzadı. Yoksa sonuna kadar laik demokrasinin sinek kaydı kurallarına tabiiyiz,” o zaman diyeceğim ki tamamdır abim mesleği icabı mizah yapıyor. Ama yok ciddi ciddi içeri alıntılanmayı talep ediyor Ahmet ağabeyim. Sakal sahibi delikanlılar da daha üst rütbeli bir komutanın çağıracağı berberi bekliyorlar, sakalları kesmeye razı olmuşlar.
Ben tabii durur muyum, Son Osmanlı’dan bir önceki Osmanlı olaraktan atıldım ortalığa, “Ahmet abi biz girmek istemiyoruz,” deyiverdim. Hani zaten ortada nikah ya da düğün değil ne olduğunu nereden yaratıklandırıldığını önceden aramızda baya bi tartıştığımız ve sonradan; “Herhalde eskiden televizyon yoktu, o yüzden söz ile nikah arasında insanlar sıkılmasın deyi konuşlandırılmış bir sürü eğlenceden biri” olduğuna kanaat getirdiğimiz ama yine neden yapıldığını aramızdaki Alman arkadaşa açıklayamadığımız bir nişan hadisesiydi söz konusu olan. Aramızdan iki temsilciyi içeri göndererek geri kalan altı kişi “Böyle de protesto ederiz hakim ideolojiyi ve onun mekanında nişan yapan arkadaşı,” havalarında Tuzla’ya pide yemeye indik.
Sonradan öğrendiğimize göre Damat arkadaşı da kapıdan çevirmişler top sakalcığı yüzünden. Onun da serde mizahçılık olduğundan, çevirmiş direksiyonu “Tamam döneyim o zaman, ama ben damadım bir sorun olmaz umarım,” demiş. Emir eri Ramazanlar panik halinde geri çevirmişler arkadaşı tabii, komutanlar filan aranmış damat içeri girebilmiş. Pidelerimizi afiyetle yerken Cihangir aradı. “Buraya kadar gelmişsiniz bi yüzünüzü göreyim bari,” dedi. Tuzla’dan ayrılmadan çıktık yanına, tebrik ettik arkadaşı bir hapishane görüş süresince. Kapıda bekleşen çeşitli rütbelerden askerlerin yanında, “Ulan Cihangir hem PKK’lısın hem de orduevinde nişan yapıyorsun,” diye takılmadan edemedik. Cihangir “Aman abi, yapmayın abi, şaka kaldıran bi yer diil abi” nidalarıyla uğurladı bizi.
Vel hasıl-ı kelam, ben Alman arkadaşa hala anlatamadım neden bunca yol kat edip de Nişan göremeden döndüğümüzü…
"Şaka şaka…
Nişanım var nişan!... Neşe doluyor inşan!"
Kendimi gökdelenden atlayan o adam gibi hissediyorum… Hani her katta her şey yolunda diyen adam gibi.. Piiiiuuuuf PUFF!... Kaçınılmaz son…
İnsan bir birliktelik yaşarken karşısına iki patika çıkıyor… Ben bööle durumlarda hep şunu söylerim: “Karşıma iki patika çıktı… Ben en az kullanılanı seçecektim… Ama ya herkes en az kullanılanı seçiyorsa!” … Yani hayat hep bi bocalama, hep bi sürpriz…. İnsana tersini göstermekte üstüne yok… Hep kontrpiyede kalıyorsun, kontrolün kimde olduunu bilmeyen bi piyade gibi yürüyorsun zaman köprüsünde…
(sinir oluyorum, herkese şu patika hikayesini anlatmaktan... Samuel Becket in sözü bu. ben onu kullanarak kendimle de dalga mı geçiyorum... ben sıradan bişii istemedim.. evlenmiiciim dedim.. yani en az kullanılan patika onu sandım.. marjinal olucam ... lakin ya herkez en az kullanılan patikayı seçiyorsa.. yani asıl risk oysa manasında... çok derin bişiidi .. ama çooook açmak gerekiyor işte...herkesin farkli olmaya cabalayip aynilasmasi sorunsalına degindim yanee...)
Hayır karamsar bi tablo çizmiyorum… Pesimist de diilim… Ben bööle düşünürken her şey tersine gelişti diyorum işte … Korkuyorum… Kötü olacak diyordum… Şimdi çok mutluyum… Türk filmlerinde denir ya “Mesut Ve Bahtiyarım”
Yaşamımın en hızlı gelişen döneminde bi ayna, bu dünyadaki kraliçeden daha güzelini gösterdi bana… Beni tamamlayan biri yaratıldı kaburga kemiğimden… Kaburga kemiğim diyorum çünkü en son keşfettiğim yerim, yaratılma süreci uzun sürdü bu yüzden…Cahit Sıtkı Tarancıya göre yolun yarısında… Nerdeyse bi Atatürk büstüne sarılıp “ÇOK YALNIZIM BE ATAM” diip AĞLAYACAKKEN… Kaburga kemiğim gereksiz bi parçam diil ama… yüreğim bağlı ona… canım bağlı..
Bu bi ritüel diil.. Toplum içinde yapmıyorum… Toplumun topunu topa tutuim… Gayet romantik bişiii bu…
Birbirimizi Tiyatroda bulduk… Kitaplarla yakınlaştık… Roma’da evlenmeye karar verdik… Venedik’te gerçek bi çift olduk… Birbirimizi güldürdük… Birbirimizi Ağlattık… Birbirimize şakalar yaptık… Benim süprizlerim yüzünden birileli bana çok kızdı çok öfkelendirdik… Benim süprizlerim yüzünden birileri bana çok kızdı… Nişanda süprizim var diye onu hop oturtturduk hop kaldıttırdık… Ama bu sefer ona yaptığım sürpriz en büyüğü… Sürpriz yapıcam diip diip.. sürpriz yapmamak… sürpriz süprizin olmaması Çünkü çok korkuyordu biliyordum… Bana mesajlar attı: “Sürpriz yapma noolur…” “Noolursun kötü bişiiler olmasın…” “Aalatacak cinsten olmasın”..
Biz birbirimizi seviyoruz… Birimiz diğerimize, bizi birbirimize, birimiz ikimize, biri birilerimize, bizi bize (bu cümle bitmez)… Güzel şeyler hissediyoruz yane!
Benim ona duyduğum sevgi yanında şu yer şu gök şu kainat, salon salomanje gibi bişii kalır… GÖTÇüçük yanee…
Sevgi konusunda kelimeler kifayetsiz diilmiş diil mi ORHAN velicim…Bu da sana input…
YAUUUV
Nişanlanıyorum ben beyaaauuuvv
Buna dair bi kaç kelime sıraladım işte o kadar…
Dt Cihangir Bayburtluoğlu
Oyuncu, Yazar, Yönetmen,
Bakıcı, Rakıcı, Diş Hekimi, Subaşı,
[img src="..."]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder